1 Ocak 2020 Çarşamba

01-Ocak.2020-Günün Yazısı-Anla Dinle


Anla Dinle

Dinlemek;

Bize bilginin kapısını aralayan iki hazinemiz vardır. Biri görmek, diğeri dinlemek. Aman ha bunları kesinlikle bakmak ve duymakla karıştırmayın. Zira bakıp göremeyebilir, dinleyip de duyamayabilirsiniz. Dinlediklerinizi anlayabilmek, onları tasnif edip “doğru”ya ulaşabilmek de görebilmek kadar önemli ve eğitimli kulaklarla kavuşulacak bir edimdir. Deha, bilge, dahi ve sair sıfatlarla betimlediğimiz kişileri bu hale sokan da ancak bu evrelerden geçmiştir. Biz de bu bölümde doğruyu dinlemeyi,
üstatların “doğru” olarak gösterdiklerini irdeleyip aç beyinlerimize sunacağız. Müziğin neden müzik olduğunu, enstürmanların yanık seslerini, enstürmanlaşan insan sesinin büyüsünü anlamaya, bu düetlerin olağanüstü uyumunu anlamaya çalışacağız. Ama çalışmamız elbette müzikle sınırlı kalmayacak. Zira “dinlemek” müzikle sınırlandırılamayacak kadar büyük bir hazine. Farklı seslerin uyumlu birliğini (Diversarum vocum apta coadunatio) anlayabilmek, doğayı dinlemek, sesleri ayırt etmek gibi dersleri bilen üstatlardan öğreneceğiz. Ne zamana kadar? Elbette duymayı öğrenene kadar. Çünkü kulağımıza çalınan onca ses arasından neleri duyacağımızı bilmek, ilk başta dinlemeyi bilmekle olacaktır. Merdivenin adımlarını birer birer çıkmak gerekli ki hem bildiğimizi dosdoğru bilelim, hem de duydukça kulak kabartalım...

Siteyi yapmaya başlarken bu bölümle ilgili bir çalışmaya girişip girişmemek konusunda çelişkide kaldım. Zira okuduğum onca kitabın içinde “dinlemek” adına bir kelimede dahi rastlanmıyordu. Kimilerince bu bir eksik olmayabilir; ancak bu yaşıma kadar dinlediklerimi hangi metotla dinlediğimi düşününce hakikaten şaşırdım ve kendi adıma üzüldüm. Bu bölümü de cehaletimi gidermek için siteye açtım ve kâh dinlediklerimi anlamak kâh duymayı öğrenebilmek adına çalışmalara başladım.

Bölümün fakirliği yukarıdaki açıklamamdan ileri geliyor. Dileğim, taahhüdümün ardında durmak ve dinlediklerimi anlatabilmektir.

Anlamak varken,

Görmek;

Ad rationem pulchri pertinet quod in ejus aspectu seu cognitione quietetur appetitus.

(Güzellik, yalnızca onu görmek veya bilmekle arzunun yatışmasını ima eder.)

Birçoğumuz gören gözlere sahibiz. Ancak bu gören gözlerin eğitimsizliği bizi gözlerini karanlık dünyaya açan körlerden daha büyük karanlığa sokabilir. İşte bu yüzden öncelikle görmeyi ve ardından da bakmayı öğrenmek şarttır. Üstat Cemil Meriç "dünyanın tüm güzellikleri sadece görenlere verilmiştir" demiş. "Tüm güzellikler" nedir? Biz hangi güzellikleri görüyoruz? Görmüyorsak neden görmüyoruz? Öğrenecek bunca bilginin olması o kadar güzel ki!

Görmek ile bakmanın farkı nedir? Gördüğümüze bakabilecek yeteneğe sahip miyiz? Görmeyi, daha sonrasında da bakmayı öğrenebilir miyiz?

Soruların soruları doğurması ne etkileyici öyle değil mi? Ama biz etkilenmekle kalmayıp, şimdide (anda) yaşadıklarımızı öğrenme çabasında değil miyiz? Gördüğümüz anlayabilmek için görmeyi, hele de doğru görmeyi (yani bakmayı), öğrenmek de gerekli. Çağları aşmış ve eserleriyle günümüze taşınmış ressamların gördüklerini anlamaya çalışmak, resimlerdeki ayrıntıları bir bir hesaplamak, akımları, fırça darbelerini bir bir analiz edebilmek işin başlangıcı olur kanaatindeyim. Yolumuza, anlayanların nasıl gördüklerini anlayarak/anlamaya çalışarak açımızı genişletmekle (ya da daraltmakla) başlamak eşsiz bir referans noktası.

Ama atlanmaması gereken nokta, buranın sadece bir ‘referans noktası’ olduğudur. Açımızı genişletmek bizim elinizde.

Anlamak varken,

Düşünmek;

Simplex sigillum veri (Basitlik doğrunun işaretidir).

Neyi, nasıl düşünmeliyiz? Düşünmek için yola çıktığımızda karşımıza çıkan yüzlerce kavram karşısında hayrete düşmemiz normal. Ancak bu şaşkınlığı üzerimizden en kısa zamanda atmamız gerekiyor. Zira hayrete düşerek kaybedecek vaktimiz yok. Hayat kısa. Lafım “Çok okumak istiyorum” diyen cahillere değil, laf kalabalığıyla vakit kaybetmeden çok okumayı tercih edenlere.

Kavramların etimolojisine inerek çalışan bir beyinin idealar evreninde kaybolmadan yoluna devam edebilmesi için oluşturacağı kronolojiyi betimlemeye çalıştığım bu bölümde dünya tarihinde düşüncenin doğuşunu etkileyen olayları ya da olguları anladığım kadarıyla anlatmaya çalışacağım. Esas kabul ettiğim kitaplardan yaptığım alıntılarla yürüdüğümüz yolumuzu aydınlatacak ve resimlerle edindiğimiz bilgileri pekiştireceğim.

Thales’ten bu yana gelişen düşünce ve düşüncenin metodunu, yıllar ve hatta çağlar içinde nasıl devindiğini görebilmek için burada alıntılanmış birkaç kitapla yetinmeyecek olursak ideal olana kavuşmuş oluruz kanaatindeyim.

2500 yıl öncesinden bu yana düşünenlerin düşündüklerini elden geldiğince analiz etmek bizim görevimiz. Ancak bu çalışma içinde ayrıntıların kıymetini bilmek ve olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkisini tarihçi zihniyetiyle koyabilmek bizlerin özverisiyle alakalı bir durum. Bilginin azlığı ya da çokluğu, bilgiye ihtiyaç duyanı ilgilendiren bir durum. “Anlamak isteyen”in sınırı olmadığı gerçeğini görecek olursak çalışma boyunca göstereceğimiz sabır ve sebat bizi ideale kavuşturacaktır.

Anlamak varken,

Tanımak;

Entelektüel bilincimizi geliştirirken elbette ki bir çok zaman üstatlardan feyiz alırız; ancak onca eserini okuduğumuz üstatların yaşamlarını nasıl sürdüğünü bilmez ve hatta, ne yazık ki, merak etmeyiz. Halbuki bilgiye kavuşmamızı sağlayan bu dehaların nasıl yaşadıklarını öğrenmek, o bilgiye ulaşmamızı sağlayan yoldaki çeri çöpü silmemiz ve yolumuzu açmamız anlamına gelmez mi? Gerek düşünenlerin yazdıkları kitapların kronolojisini bilmemiz, gerekse düşünce yollarındaki değişimleri izlememiz bizleri bu kişilerin biyografisine götürür. İşte bizler de bu aşamada üzerimize düşen görevi yapmak adına evveliyetle eserlerini okuduğumuz dehaların yaşamlarını izlemek ve onları tanımakla işe başlamayı görev bildik. Zira özetlenecek bilginin şekli tabula rasa’yı heykeltıraş sabrıyla hamur gibi şekillendirmemizi gerektiriyor. Bu nedenle özellikle üstatları bizden çok daha iyi anlamış muhteremlerin fikirlerinden derleyeceğimiz bu bölümde gerek çeşitle, gerekse tekrarlarla tanımamız gerekenleri tanıyabildiğimizce tanıyacağız.

Yürüdüğümüz yolda "düşünen" kriterini esas alarak, edebiyat adamlarına yer verdiğimiz kadarıyla bilim adamlarına da yer vemeye ve hatta anlatana yer verdiğimiz kadarıyla anlatanı gösterene de yer vermeye çalışarak bildiğimizi sizlerle paylaşacağız.

Anlamak varken

Bilmek;

İnsanoğlu nefes bulduğu günden bu yana ne denli cahil (ignorabimus) olduğunu da öğrenmeye başladı. Bildiklerinin kendisini git gide fakirleştirmesi karşısında bilgisizliğe karşı mücadelesini bırakmadı ve bildikleri uğruna ölümü göze alarak aradı, araştırdı, bildi de bildi. Dünyaya kazık çakamayan insanoğlu kendinden sonraki nesle bir dirhem fazla bilgi bırakabilmek için, kanının akıtılmasını dahi düşünmeden, kör olasıya kadar okudu.

Peki bu insanların “bilgi” dediği şey nedir? Onca acıya katlanmamızı gerektiren “bilgi” nerede saklıdır da ömrümüz boyunca onu aramamıza rağmen bir türlü göremiyoruz?

Bilinmesi zevk veren şey (id cujus apprehensio placet) nerede gizli? Az bilen neden çok yanılıyor (Chi poco pensa molto erra)?

Bilgiseverin “bilgi” dediğini öğrenmek hepimizin görevi. Zira ancak o zaman zevkü sefa alemlerinden uzaklaşarak neden yaşamamız gerektiğini, yaşamımızın nasıl oluştuğunu anlayabiliriz. Şuncacık hayatımızda kaybettiğimiz vakti ancak böyle telafi edebilir ve bizden sonraki nesle bırakacağımız bir dirhem fazla bilginin şevkiyle sonsuz huzura (requiem aeternam) katılabiliriz. Bunu yapabilmek için de elbetteki bizden sonra tufan (Apres nous le déluge) demeden yaşamalı ve bilgi avcısı olmalıyız. İnanın ki, bilgi merdivenlerindeki yorgunluğumuz, Bilgelik kapısında sonlanacaktır. Ve emin olun ki o zaman yaşamımızı ayakta tutan küçük mutluluklar evrensel mutluluklara dönüşecektir. Çünkü ancak o zaman Tanrısallığı bırakacak, Tanrı’ya katmaya başlayacağız.

Elimizde müthiş kaynaklar var. Ancak, bunların hepsine kulplar takmak mümkün. Kulp takmadan önce bu kaynakların içindekini tamamıyla özümsemeliyiz. “Neden?”leri iyiden iyiye anladıktan sonra etrafımızda değişen evreni çok daha iyi anlayacağımızı bilerek özümsemeliyiz. Nasıl mı olacak? Küçük bir örnek yeterli olacaktır: İyi kapanmamış bir musluktan damlayan damlaların aslında birbirlerine eş zamanlı düşmediğini söylesem hayatınızda ne değişir? Peki 0,62 m3 evrende sadece 1 tane atom bulunduğunu, 2 mil büyüklüğünde bir meteorun dünyada delik açabileceğini, 10.000 yıl sonra dünyanın buzul çağına girmesinin çok büyük bir ihtimal olduğunu, dünyadan uzaklığı 2 milyar ışık yılı olan bir yıldızın bugün yok olsa bu bilgiye ancak 2 milyar yıl sonra ulaşabileceğimizi…

Anlamaya çalışmakla geçen ömrümüzde özümsediğimiz bilgi bize düzenin dinginliğini (Tranquilitas ordinis) anlatacağı gibi, bizi de, Tanrı’yı da anlatacaktır. Unutmamalıyız ki “Anlayış, hatalar bahçesine ekilse bile, yeşerebilir.”

Yaşam son derece basit ve kısa... Kaybedecek vakit yok... Düştüğümüz yarda tutunacağımız tek dal, bilgi...

Anlamak varken,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder