25 Eylül 2019 Çarşamba

25.Eylül.2019 - Günün Yazısı - Evet Yalnız Değilim, Biliyorum...

Evet Yalnız Değilim, Biliyorum...

Gece tüm ağırlığı ile çökerken güne, el ayak çekilmişken ortalıklardan, günün tüm keşmekeşine, yorgunluğuna rağmen gözleri ve beyni uykuya yenik düşmeyen insanlar da var...


İçerde sadece uzaktan gelen bir buzdolabı uğultusu ve dışarıda belki ağaç dallarının rüzgara karşı koyma çabası. Sizden bir şey isteyen ya da bekleyen herhangi bir insan sesi yok... Koltuğunuza yığılıyorsunuz, bir elinizde belki de bir sigara ciğerlerinize çektiğiniz, kadehinizden aldığınız bir yudum rakı yada biradan sonra... Diğer elinizle alnınızı ovuşturuyorsunuz, suratınız buruşuk, gözleriniz inadına kapanmamakta...

Sonuçta siz bir insansınız, düşünen, sorgulayan, kendiyle kavgalı, kendine acımasız, buna rağmen başkaları için belki de çok iyi birisiniz... Kafanızın içi ise bulunduğunuz ortamın aksine karmakarışık, yoğun bir uğultu var beyninizde . Belli ki son dönemlerde çok yorulmuşsunuz, bunalmışsınız, her şeye ve herkese rağmen insan kalmaya direnmekten ve dimdik ayakta görünmeye çalışmaktan, Yaşınızınsa hiçbir önemi yok aslında, belki azalan saçlarınızda yoğunlaşan kırlar var, hayatınız devre arasına hazırlanıyorsunuz... Yada hayat denilen oyunun ilk dakikalarında girişmişsiniz acımasız mücadeleye... Buna rağmen, şu anada aynı şeyleri yaylaşıyor, düşünüyor olabilirsiniz...

Ve beyninizi düşünceler kemirmeye başlıyor. Sorular.... Sorular... Sorular...

Hayatınızı baştan sona yanlış yaşadınız değil mi? Kısacık anlarda tam da içinde, başrolünde bulunduğunuz hayatınızın çoğu zaman kenarlarında dolaştınız. Göbeğindeyken, başınıza gelenlere karşın hep mutluydunuz, yorgun düşürse bile mücadeleniz... Ancak çoğu zaman kenarlarında dolaştığınız hayatınızla başkalarının oynamasına seyirci kaldığınız için acı çektiniz... Ve belki de hala çekiyorsunuz...

Damarlarınızda adrenalini hissetmeyeli ne kadar oldu... Ne kadar zamandır yerlerdesiniz, zorunluluklarınız, görevleriniz, alışkanlıklarınız, vicdanınız yüzünden... Elinizdekiyle yetinip, onu da kaybetme korkusuyla uğruna hayatınızı heba ettiğinizi kendi kendinize itiraf edebildiniz mi? Mutlu olamadınız belki de hiç, suratınıza yapışıp kalan yalancı gülücüklerin sizi aldattığı anlar dışında... Çünkü mutluluğu tanımlamadınız, tanımlayamadınız kendinize uygun kelimelerle... Bunu becerdiğiniz anlarda ise cesaretiniz yetmedi ona uzanmaya... Yarışa kalktınız çoğu zaman başkalarıyla, oysa kendinizle yarışmak hiç geçmedi aklınızdan, bunun daha önemli olduğunu düşünüp...

En doğru olanın sizin için doğru olduğunu biliyordunuz kuşkusuz. Ama o zorunluluklar ve bağlar yok mu? Ya da sizin öyle tanımladığınız, vücudunuza ve beyninize bir pranga gibi vurduğunuz masun düşünceleriniz... Bunlar bitirmedi mi, tüketmedi mi? Zaten kullanmaya cesaret edemediğiniz enerjinizi... Peki, bunca sorumluluk, vicdan baskısı, alışkanlıklar, kurallar, ahlak, toplumsal güdüler, acımak, görev, daha iyi araba, daha iyi ev, daha çok para, aile derken ne oldu? Ne kazandınız? Bedeli ne oldu bunların? Ve kazandıklarınız gerçekten kazanç mı, mutluluk hanenize yazdığınız...

Ya kaybettikleriniz? Kayıplara ne dersiniz? Daha görkemli ve daha çok değil mi? Acı, yakıcı ve yıkıcı...

Yaşam belki de başka, bambaşka bir yerlerde... Yapılacak tek şey ise, elimizi ona uzatmaktır...

Ama cesurca... Mümkün mü?...

ALINTI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder