İnan Bu Son...
Bu günlerde kime sorsan çok seviyor, kime sorsan aşık, herkes kara sevdalı. Oysa aşk öyle yozlaştı, öylesine bozuldu ki. Kendi gitti adı kaldı yadigar. Benden büyükler anlatırdı dinlerdim. Siyah beyaz filmlerde seyreder gülerdim. Kara sevdaya düşenler yatağa da düşerdi. Gramofonda cızırtıyala dönen taş plak teklerken, aşk da önce kuru öksürüklerle, sonra da dudaktan süzülen birkaç damla kanla belli ederdi sesini ve rengini. Oysa şimdilerde sevdanız kara ise, biraz kaybettiyseniz umudunuzu; en yakın cafede, barda alırsınız soluğu veya oturursunuz
PC nizin başına, başka kişilerin kollarında avutursunuz kendinizi. En kolay yoldan kurtulmanın, yerini doldurmanın hesabını yaparsınız. Yanınızda ya da çevreniz de ise bomboş yürekli, nasipsiz gönüllü, dost bildiğiniz, her açıdan, her bakımdan küçük insanlar vardır hep...
Önce aşk yitirildi. Hiç aranmaya da gerek duyulmadı bile. İçi boşalttığından da yittiğinin farkına bile varılmadı. Sonrada insan kendini kaybetti, "biz" zi "biz" yapan değerler kaybedildi beraberinde... Müsvedde defterinde unutuldu aşk, temize geçilemedi... Bir ormanın içinde bulunca insan kendini. O ormandaki her ağaçtan farklı meyvelerle beslerim sandı ruhunu. Oysa çevrede bir sürü acı ve yalnızlık meyvesi veren ağaç olduğunu ve onları üreten ağaçları büyüttüğünü göremedi... Paylaşmak, konuşmak, anlatmak, dinlemek ti aşk ama sadece tene dokunmak olarak tanımlandı...
Ya aşk bu değil ya da ben farklı yaşıyor, görüyor, biliyor, hissediyorum. Belki de Ferhat gibi dağ delmeli, Mecnun gibi çöllerde inlemeliyim. Ya da Romeo gibi kendimi zehirlemeliyim. Dilimle, gözümle, yüreğimle, aklımla, satırlarımla, umutlarımla, ruhumla anlatmaya, yaşamaya çalışmamalıyım... Aşk iki kişiliktir der ya hani Behramoğlu. "Bir anı bile kalmamıştır / Geceler boyu sevişmelerden; / Binlerce yıl uzaktadır / Binlerce kez dokunduğun ten; / Yazabileceğin şiirler / Çoktan yazılıp bitmiştir; / Ölümdür yaşanan tek başına, / Aşk iki kişiliktir." Hayır sadece ölüm değil tek başına yaşanan. Nerden mi biliyorum?. Tek başımayım ve hala da nefes alıyorum. Ben yalnız olsam da, tek başıma kalsam da yaşayacağım sonuna kadar aşkımı...
Dedim ya belki de ben farklı yaşıyor, görüyor, biliyor, hissediyorum. Aşk, yağmurun toprağı ıslatmasındaki hüzün, çiçeğe hayat vermesindeki sevinç, yarım ayın güneşle buluşması, denizin kayalıkları dövmesi değil belki de. Belki de aşk, gönül gözüyle bakıp, yürekten hissetmek değil...
Biliyorum artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını. Hissediyorum, bir daha hiç bir şey eskisi kadar önemli olmayacak asla. Tek tadımdın hayattan aldığım. Tadım kalmadı artık... Düşerken dipsiz uçuruma, tutunduğum dalımdın. Kayıp gittin avuçlarımdan, kırıldın. Yaşama bağımdın düğüm düğüm. Koparıldın, acımadı ki diller, daha sıcağını yaşarsın derken kör yürekliler... Umuda dönüktü yüreğim, gri gök yüzüne gördüğüm bembeyaz buluttun. Çamur deryası içerisinde soluklanabildiğim tek yeşilimdin. Bir ölüm sessizliği yaşarken ben, güvercinin kanadındaki ses oldun kulaklarımda... Yaşadığım tükenişin, acının, mutsuzluğun son durağıydın. Bir sen vardın yürekten hissedebildiğim, bir sen delice içime işleyen... Senleyken doluyordu cigerlerim havayla ancak. Sen varken atabiliyordu yüreğim, kanım damarlarımda seninle olabildiğim anlarda hareketleniyordu...
Mutlu aşklar yaşanır, yazılamaz diyenlere inattı her satırım. Her satırımda sen vardın, bir de her şeye rağmen bende yaşayan ve yaşayacak olan sevdam. Hani Nazım'ın dediği gibi; "Sende ben imkansızlığı seviyorum.../ umutsuzluğu değil". Oysa imkansız gibi grünen herşey umudum oldu, yeşil tututum içimde hep. Umduğum şeyleri yaşamak sa büyük keyifdi benim için. Ama umutsuzlukmuş Ferhat-Şirin'i, Leyla-Mecnun'u efsaneleştiren de Romeo-Julyet'i var edip ölümsüzleştiren de. Düşünsene, belki Romeo Julyete kavuşabilse, Verona şehrinde pembe panjurlu bir evleri, ve bahçesinde oynayan bir sürü çocukları olurdu. Belki de mutlu, mesut bir ömür geçirirlerdi. Ama kim bilecekti ki o zaman onların aşklarını...
Şimdi düşünüyorum da, iyi ki mutluluğum adına yazabilmişim seni satır satır. İyi ki, "Aşk Denilen Şey.." i tanımlayıp "Söz Yetmese Bile..." diye düşünsem de "Bizim Aşkımız..." ı "Kavuşmanın Alfabesi..." nden başlayarak anlatabilmişim. "Seni Seviyorum..." demekten korkmadan "Sana Akıyorum Kaygısızca..." diye haykırabilişim. Sana "Yaşam ve Yüreğim..." i açıp, "Sana Olan Sevdam..." ı anlatmaya çalışmışım iyi ki. Kendimi uçurumun kenarındaki çiçek gibi hissettiğim anlarda, yağmanı beklerken ben "Yağmur Delisi..." nin, "Sevdim İşte Ötesi Yok..." demesine müsade etmişim...
İşte kayıp gidiyorsun ellerimden "İnci Tanem..." Neyse, boşver "Buda Böyle Yarım Kalsın...". Nasılsa çabuk "Unutacaksın..."
Artık ayrılığımızın zamanı gelmişse
Kırılmasın sakın kalbin, gidiyorum işte
Hiç seni sevmemişçesine,
Sessizce
Nasılsa görmeyeceksin
Gözlerimdeki hüzün dolu yaşları
Nasılsa duymayacaksın
Dudaklarımdaki sitem dolu feryatları
Çaresizdir sarsılır yüreğim, sanki bir gemidir
Bu sessizlik, umut dolu aşkımın matemidir
Matem tutan gemimde, inan bu son seferimdir
İnan bu son seferimdir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder